9 Aralık 2019 – UNDP’nin İnsani Gelişme Raporu Ofisi, bugün resmen açıklanan raporu hazırlamaya bir yıl önce başlamıştı. Doğal olarak ofisteki araştırmacılar önce bir literatür taraması yaptı ve eşitsizlikle ilgili çok sayıda araştırmaya ulaştılar. Görüldü ki eşitsizlik konusunun ele alınış biçimi hakkında pek çok farklılık mevcut. Genel olarak odaklanılan konu, gelir dağılımı ve refahın bölüşümüne dair olan eşitsizlikler. Ayrıca refaha ve temel hizmetlere erişime dair politikalar da hep odakta yer alıyor.
Dünya Bankası araştırmaları gösteriyor ki dünyanın üçte ikisinde gelir eşitsizliğine dair en önemli gösterge olan Gini katsayısında bir azalma var. Normalde bir ülkede gelir dağılımındaki adaletsizlik ne kadar fazlaysa Gini katsayısı o kadar büyüktür. Bu katsayı sıfıra yaklaştıkça, gelir dağılımındaki adaletsizliğin azaldığı anlamı ortaya çıkar.
Ancak insanlara eşitsizliğe dair görüşleri sorulduğunda algılanan eşitsizlik ve gelir eşitsizliği arasında bir uyumsuzluk göze çarpıyor. Dünya çapında yükselen protesto dalgalarına baktığımız zaman da aynı manzara ile karşılaşıyoruz.
Dolayısıyla artık eşitsizlik çalışanların gelirin ötesine geçmesi gerekiyor. Ortalamaları da artık tek gösterge olarak ele alamayız. Eşitsizlikleri artık Gini gibi tek bir rakam ile gerçek manada algılamak çok kolay değil. Geçmişteki örüntüleri elbette açıklamak önemli, ama bugünün ötesine, geleceğe bakmak da bir o kadar önemli.
Bu nedenle 21. yüzyıldaki insani gelişmedeki eşitsizlikleri ela alan 2019 İnsani Gelişme Raporu’nun teması, “Gelirin ötesinde, ortalamaların ötesinde, bugünün ötesinde” olarak belirlendi.
Örneğin ülkeler içindeki ve arasındaki eşitsizlikleri anlayabilmek için artık iklim değişikliğinin etkilerini ve teknoloji faktörünü doğru değerlendirmek büyük önem taşıyor.
Bu seneki raporun üç ana mesajı var.
Birincisi, yeryüzünde şu an eşitsizliğe dair hem olumlu hem de olumsuz eğilimlerin bulunduğu gerçeği. Örneğin doğumda beklenen yaşam süresi ve çocuk ölüm oranlarındaki iyileşme, düşük insani gelişme düzeyine sahip olan ülkelerde yüksek insani gelişmeye sahip olan ülkelere göre iki kat daha hızlı. Bu bir yakınsamaya işaret ediyor. Benzer bir yakınsama, ilk öğrenime kayıt oranlarında ve mobil teknolojilere erişimde de böyle. Ayrıca yoksul bireylerin nüfuslara olan oranları da azalıyor. Bunlar esasen 2000-2015 yılları arasını kapsayan küresel kalkınma gündemi olan Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin odaklandığı başlıca göstergelerdi.
Temel yetkinliklerde durum böyle iken, gelişmiş yetkinliklere dair göstergelerde kaygı verici biçimde genişleyen başka uçurumlar var. Örneğin doğum yerine ilerleyen yaşlarda beklenen yaşam süresine bakarsak farklı insani gelişme seviyelerindeki ülkeler arasındaki uçurum genişliyor. Çok yüksek insani gelişme düzeyine sahip ülkelerde, düşük insani gelişme düzeyindeki ülkelere göre beklenen ömür süresi iki kat daha hızlı artıyor.
Teknolojiye erişimde de benzer bir tablo var. Hızlı internete erişim, yüksek insani gelişme düzeyindeki ülkelerde, düşük insani gelişmeye sahip ülkelere oranla çok daha hızlı ilerliyor.
Ülkelerin içinde de benzer eşitsizlikler var.
Genel olarak temel göstergelerde ve başarılarda yakınsama gözlemlenirken, gelişmiş göstergelerde ıraksama dikkat çekiyor.
Mesela 40 yaşındaki yaşam beklentisine bakınca, gelişmiş ülkelerde, gelir dağılımında en alt ve en üstteki yüzde birlik dilim arasında erkeklerde 15, kadınlarda ise 10 yıl fark var.
Ülkeler içinde olduğu kadar ülkeler arasında da durum böyle. Dolayısıyla yeni bir bakış açısına ihtiyaç var. Yani 21. yüzyılda insana yakışır ve müreffeh yaşamı ölçmek için yeni yaklaşımlar gerekli.
Raporun ikinci mesajı ise, eşitsizliğin toplum tarafından istenmeyen sonuçları beraberinde getirdiği anlatısıyla kısmen çelişen bir sonuç.
Raporun yazarları eşitsizliğe yol açan ana sebepleri saptamaya çalıştılar. Rapor, eşitsizlik şu ve şu sonuca yol açıyor demek yerine, esasen bu sonuçların eşitsizleştirici dinamiklerin nedeni olduğunu anlatıyor.
Eşitsizlikler çoğu zaman doğumda hatta doğumdan da önce başlıyor. Dolayısıyla ulusal politikalar ve kurumlar elbette çok önemli. Ama insani gelişme ve gelir eşitsizliği ile düşük sosyal mobilite arasında da doğrudan bir ilişki var.
Eşitsizlik ortamında çocuklar ve ailelerin sosyo ekonomik statüleri arasında çok yüksek bir korelasyon var. Bunu açıklayan grafiğe “Muhteşem Gatsby Eğrisi” diyoruz
Üçüncü mesaj ise bu durumun kaçınılmaz ve önlenemez olmadığı. Gerçekten de politikalar ve kurumlar ciddi bir fark yaratabilirler.
Elbette küresel bir raporda spesifik politika tavsiyesi zor olsa da, bir şablon temin ediyor 2019 İnsani Gelişme Raporu. Burada da örneğin iklim ve teknoloji bağlamları arasındaki bağlantıyı anlayabilmek çok önemli.
Çünkü iklimin etkileri eşitsizleştirici. İklim değişikliği en alttakileri daha çok ve daha hızlı etkiliyor. Bu durum da hem ülkeler içinde, hem de ülkeler arasında bu şekilde.
Tabii bu ilişkiyi kavradıkça iklim değişikliği gibi konulara politika yanıtı vermek bir yandan da güçleşebiliyor. İnsani gelişmenin farklı yönleri bakımından kutuplaşmış olan toplumlar, bu tarz meselelere ortak bir yanıt vermekte güçlük çekebilirler.
Tersinden baktığımızda da şu sonuç ortaya çıkıyor: Eşitsizliğe yanıt vermek iklim eylemini kolaylaştırabilir.
Tabii teknoloji de toplumları, ekonomileri ve davranışları değiştiriyor. Herkesin düşüncesi bunun etkisinin pozitif olacağı. Ama farklı sosyoekonomik seviyelerdeki bireylerin bundan nasıl etkileneceği büyük bir mesele.
Bu değişimden genellikle gelir dağılımı açısından en üst veya en alt değil ama orta sınıfta olanların daha fazla etkilendiğini görüyoruz. Sonuç olarak teknoloji insandan ayrı bir olgu değil, toplumu, ekonomiyi ve siyaseti şekillendiriyor. Yani yapay zeka gibi teknolojilerin eşitsizlikler üzerindeki etkisine çok dikkatli eğilmek gerekiyor.
Türkiye’nin bölgesinde vaziyet
Peki, Türkiye’nin de içinde yer aldığı Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya bölgesine baktığımız zaman durum nasıl?
Balkan ülkeleri, Türkiye ve eski Sovyet ülkeleri sonuç olarak orta gelirli ülkeler. Türkiye hariç hepsi sosyalist bir geçmişten geliyor ve otuz yıl önce Berlin Duvarı yıkıldığından beri bir geçiş süreci yaşıyorlar.
Bölgedeki rakamlara baktığımızda aslında insani gelişme açısından, bireylere sunulan fırsatlar açısından, diğer bölgelere kıyasla çok iyi bir manzara var. Yani soğuk savaştan bu yana büyük bir refah artışı yaşadı bu ülkeler. Ama bu ilerleme ülkeler içinde çok adil dağılmadı. Otuz sene önce bu ülkelerde eşitsizlikler daha azdı. Çok sayıda zengin yoktu. Neredeyse tüm kadınlar çalışmak zorundaydı, o anlamda da eşitlik yüksekti. Sosyalist sistemlerin sunduğu buna benzer eşitliklerin çoğu bugün ya kaybedilmiş durumda, ya da ciddi bir baskı altında.
Balkanlara ve eski Sovyet ülkelerine baktığımızda işsizlik ve kısmen de kayıt dışı istihdam ciddi bir problem. İş nedeniyle yurtdışına göç oranları yüksek. Çoğu insan, coğrafi konumlarına göre ya AB ülkeleri, İsviçre ve Rusya’ya, ya da bazen Kazakistan’a ve diğer yerlere göçüyor. Bazı ülkelerde nüfus azalıyor.
Örneğin Ukrayna, Sırbistan ve Moldova’da başkentlere ya da yurtdışına göç çok yaygın. Elbette bu eğilim beşeri sermaye ve kalkınma perspektiflerini de değiştirebilir.
Avrasya coğrafyasında eşitsizlik algısı da çok güçlü. Sadece sosyoekonomik de değil, siyasi eşitsizlikler de sözkonusu. Yani kanun önündeki eşitsizlikler. Bu ülkelerin çoğunda bazı insanlar diğerlerinden daha eşitler.
Kısacası Gini artık yetersiz gelmeye başladı. Yoksulluk ve eşitsizliği ölçmeyi hedefleyen hanehalkı bütçe anketleri de çok işe yaramıyor. Bu türden araştırmalarda en yoksullar ve en zenginler arasındaki farklar çok iyi yansıtılamıyor.
Orta sınıfta bu durum görece daha iyi olmakla beraber günde 10 ve 100 dolar kazanan bireyler arasındaki farkı göremiyoruz. Avrasya bölgesinde 2013-2017 arasında orta sınıf 5 milyon kişi azaldı. Yani gelir eşitsizliği arttı.
Ukrayna, Kazakistan, Ermenistan, Belarus ve Tacikistan gibi ülkelere baktığımızda bu ülkelerin bazılarında son birkaç yıl içinde devrimler yaşandı. Bu toplumsal olaylarda kaynaklara erişimle ilgili eşitsizlik algısı tetikleyiciydi.
Avrasya bölgesinde beşeri sermaye görece nitelikli, beceri sahibi işgücü sayısı da öyle. Ama oransal olarak bakıldığında beceri sahibi işgücü oranı OECD ortalamasının yarısı kadar.
İklim ve yoksulluk arasındaki bağlantıya bakarsak.
Sürdürülebilir olmayan kaynak ve arazi yönetimi ve iklim değişikliği burada iki belirleyici faktör. Bu bağlamda yoksulluk ve eşitsizlik bağlantısına güzel bir örnek, Aral Denizi (ya da Gölü) havzasında yaşananlar.
Son altmış yıldaki sulama politikaları ve iklim değişikliğinin etkileri bu gölü neredeyse kuruma noktasına getirmişti. Kazakistan ve Özbekistan arasındaki bu göl çevresindeki yoksulluğun bu durumdan bağımsız olduğunu düşünemeyiz.
Gelecekteki eşitsizliği ele almak için sürdürülebilirlik, sürdürülebilir kaynak yönetimi ve insana yatırım kilit önemde. Bu faktörler olmadan küresel dijital ekonomiye adaptasyon da zor olacak.
Örneğin STEM eğitimine daha fazla yatırım yapılması gerekiyor. Bu anlamda Avrasya bölgesinde vaziyet görece iyi olsa da, kızların STEM erişimi erkeklerin oranından az. Oran üçe iki düzeyinde.
Peki eşitsizlikle mücadele politikalarını nasıl finanse edeceğiz?
Avrasya ülkelerine baktığımızda fosil yakıt teşviki hala çok yüksek.
Ama örneğin son yıllarda Ukrayna cesurca bu eğilimin tam tersi yönde adımlar atıyor. Fosil yakıt teşviklerine ayrılacak para ile bordro vergisinin düşürülmesi, sosyal yardımlar ve emeklilik fonu gibi alanlara yatırım yaptılar. İşgücü vergisi ile istihdam konusundaki yatırımlara eğildiler.
İklim ve gelir eşitsizliği arasında nasıl bir bağlantı var?
Bir kere iklim değişikliği en temel sektörlerden biri olan tarımı ve gıda üretimini etkiliyor. Dolayısıyla geçim kaynaklarını etkiliyor. Buna benzer, pek çok farklı sektör var. Ormanlar ve ona bağlı sektörler bunlara örnek.
Diğer bir etki kanalı ise doğal afetler. Bilimsel olarak iklim değişikliği ile birebir bağlantıyı kanıtlamak zor olsa da ekstrem hava olayları artık tüm dünyada daha sık görülüyor ve verdiklerin hasarların maliyeti de sürekli artıyor.
Bu gibi değişikliklerin etkilerine hazır olmayan bireyler ve toplumlar çok daha kırılgan oluyor, ve daha da yoksullaşıyorlar.
İklim değişikliği konusunda elbette sera gazı salımlarını azaltım gibi politikalar çok önemli. Ama iklim değişikliğine uyum konusundaki politikalar da bir o kadar hayati önemde.
Geçen sene Fransa fosil yakıt vergisini artırmak isteyince yaşananlar da ciddi bir sinyaldi. Vergilerin artışı en çok, en alttakileri etkileyince, “sarı yelekliler” protesto dalgası ortaya çıkmıştı.
Uyum tarafında zengin ülkelerin daha fazla kaynağı var. Örneği deniz suyunu kullanma gibi teknolojilere daha fazla kaynak ayırmaları çok daha kolay. Öte yandan dünyanın başka taraflarında nehir deltalarında yaşayan yoksullar, seller ve kasırgalarla boğuşuyor ve gidecek başka hiçbir yerleri yok.
Peki Balkanlarda eşitsizliklerle mücadele politikalarında organik bir değişim var mı?
Avrasya’nın geneline bakıldığında Balkanlar ve diğer yerlerde 90’ların başında eşitsizlik azdı. Bu tabloyu o şekilde tutmak ise zorluydu. Dolayısıyla farklı türlerde eşitsizlikler ortaya çıktı.
Geçişler elbette zorlu süreçler. Bir sistemden diğerine nasıl ve ne kadar hızlı bir geçiş istiyorsunuz ve bunun için neyi feda etmeye hazırsınız? Buna verdiğiniz cevap, değişimin niteliğini de şekillendiriyor.
Yugoslavya iç savaşı 90’lar boyunca sürdü. Yugoslavya’nın eşitliğe dair mirası bu süreçte çoğunlukla yitirildi. Bu ülkelerden çok sayıda birey, AB ülkelerine çalışmaya gittiler. 2000’lerin ilk on yılında süren toparlanma sürecinde sosyal yardım fonların büyük kısmı gaziler ve en yoksullara ayrıldı. Emeklilik ve sosyal güvence sistemlerini finanse etmek ise zorlaştı. Elbette bu bölgenin genel bir karakteri olarak görülen nüfus azalması da önemli bir faktördü. Bosna ve Sırbistan gibi ülkelerde nüfus azalıyor. Bunun nedenleri düşük doğum oranı, görece az olan yaşam beklentisi ve elbette göç.
“Bye-Bye, Balkans” makalesine göre neredeyse tüm Balkanlar yok olacak bu gidişle. İşçi dövizleri bölge ülkeleri için elbette önemli olsa da, hükümetlerin göçün fayda ve zararlarını çok iyi dengelemesi gerekiyor.
Moldova, Ukrayna ve Azerbaycan gibi ülkelerde ise durum bambaşka nüfus açısından.
Peki acaba AB uyum süreci eşitsizliklerle mücadelede bir kaldıraç etkisi yaratabilir mi?
Savaşlar sonrasında 2000-2010 arası Balkanlarda ciddi bir ekonomik büyüme vardı. Burada elbette AB’nin rolü kritik önemdeydi.
Ama ülkenizde kişi başına gelir Avusturya ve Almanya’nın 20’de biri olduğunda göç kaçınılmaz oluyor ve temel göstergelerde acilen yakınsamanın sağlanması gerekiyor.
Tabii son döneme baktığımız zaman da AB, genişleme müzakerelerini dondurma eğilimine girdi. Tüm bu faktörler nedeniyle de aday ülkelerde sosyal alan, sosyal haklar gibi konular çok ihmal edilir oldu ki bu durum gerçekten riskli.
Türkiye’deki vaziyet
Bu sene Türkiye ilk kez olarak İnsani Gelişme Endeksi’nde Çok Yüksek İnsani Gelişme kategorisine yükseldi. Yüksek enflasyon ve işsizlik ortamında bu durumu nasıl açıklayacağız?
Bu arada Türkiye gibi Kazakistan, Karadağ ve Belarus da bu yıl en yüksek insani gelişme kategorisine yükseldiler.
Bir kere bu endeks, kişi başına gelir kadar, beklenen yaşam süresi ve beklenen okullaşma süresini de – yani ekonomi, sağlık ve eğitime dair göstergeleri – dikkate alıyor.
Bunun nedeni uzun dönemdeki insani gelişme trendlerini daha iyi gözlemleyebilmek.
İnsani Gelişme Raporu’ndaki farklı endeksler, üye ülkelerin resmi istatistik ofislerinin açıkladığı rakamlara dayalı olarak hesap ediliyor.
Tutarlı zaman serisi verileri ve yeni kriterlere göre Türkiye’nin İGE eğilimleri
Doğumda beklenen yaşam süresi | Beklenen öğrenim süresi | Ortalama öğrenim süresi | Kişi başına GSMH (2011 SGP Dolar) | İGE değeri | |
1990 | 64,3 | 8,9 | 4,5 | 11.214 | 0,579 |
1995 | 67,0 | 9,6 | 4,8 | 12.089 | 0,607 |
2000 | 70,0 | 11,1 | 5,5 | 13.656 | 0,655 |
2005 | 72,4 | 11,9 | 6,1 | 16.129 | 0,691 |
2010 | 74,5 | 13,8 | 7,2 | 17.804 | 0,743 |
2015 | 76,5 | 16,2 | 8,0 | 23.048 | 0,800 |
2016 | 76,9 | 16,4 | 7,6 | 23.409 | 0,800 |
2017 | 77,2 | 16,4 | 7,7 | 24.702 | 0,805 |
2018 | 77,4 | 16,4 | 7,7 | 24.905 | 0,806 |
Normal olarak uzun dönemli ekonomik ve demografik trendleri yakalamaya çalışan İnsani Gelişme Endeksi değerleri de yıldan yıla dramatik bir şekilde değişmiyor.
Satın Alma Gücü Paritesi metodu, kısa dönemli makroekonomik dalgalanmaların insani gelişme endeksi hesaplamalarına birebir yansımasını önlüyor. 2018 yılında Türk lirasının başlıca para birimleri karşısında ciddi ölçüde değer kaybetmesi gibi etmenler de bu nedenle İGE hesaplamalarını çok dramatik şekilde etkilemiyor.
Ama elbette Türkiye için 2018 ve 2019 hanehalkı bütçe anket sonuçlarını aldığımızda Türk orta sınıfında bir daralma görebiliriz. Bu da Türkiye’nin İGE performansını uzun vadede etkileyebilir.
Türkiye’nin İGE başarısı büyük ölçüde son on veya onbeş yılda sağlık sistemine yaptığı yatırımlarla açıklanabilir. Ülke içinde sağlık altyapısına önemli bir yatırım yapıldı, sağlık sigortasının ve genel anlamda sosyal güvencenin kapsamı genişletildi.
Bu adımlar da bireylerin sağlık hizmetlerini erişimini ciddi ölçüde iyileştirdi. E-yönetişim sistemindeki iyileşmeler de (aile hekimleri ve hastaneler için çevrimiçi randevu alabilme gibi kolaylıklarla) bu ilerlemeye katkıda bulundu. Özellikle son 5-6 yılda bu uzun dönemli yatırımların sosyal göstergelere daha fazla yansıdığını görüyoruz.
Avrasya bölgesindeki çoğu ülkenin aksine Türkiye sosyalist bir geçmişten gelmiyor. Dolayısıyla temel kamu hizmetlerine yapılan yatırım, Türkiye için İGE değerini yükseltme bağlamında önemli bir etkiye sahip.
Gelirleri ve sağlık sistemleri birbirinden çok farklı olan Bangladeş, Brezilya, Etiyopya, Fransa, Gana, Endonezya, Japonya, Peru, Tayland, Türkiye ve Vietnam’da hükümetler evrensel sağlık sigortası oluşturup kapsamı da düzenli olarak artırdılar.
Bu ülkelerde genel olarak önce memurlar ve kamu sektörü çalışanlarına sağlık sigortası sağlandı. Daha sonra ciddi bir siyasi sorumluluk üstlenilerek bu kapsam yıldan yıla yoksullar ve kırılgan gruplara doğru genişletildi.
Bu arada Türkiye gibi dönemsel makroekonomik değişimler yaşayan Filipinler ve Endonezya gibi ülkelerde de İGE performanslarında ciddi bir değişim olmadı.
Ama elbette Yemen, Suriye veya Venezuela gibi kriz ülkelerinde görece kısa sayılabilecek zaman dilimlerinde İGE bağlamındaki değişim çok daha dramatik oluyor. Bunun da başlıca sebebi, gelirdeki dalgalanma kadar, çocuk ölüm oranlarındaki artış ve sağlık hizmetlerine erişimdeki güçlükler oluyor.
*Bu yazıda 2019 İnsani Gelişme Raporu, ekleri, UNDP’nin Avrasya bölgesi kıdemli ekonomistlerinden Ben Slay ve İnsani Gelişme Raporu Ofisi Direktörü Pedro Conceição’nun 5 Aralık 2019 tarihinde Avrasya bölgesinden basın mensuplarına yaptıkları sunumlardan yararlandım.